Bahtiyar Hasan'ın hikâyesi
Bu bölümde Bahtiyar Hasan isimli hikayeyi okuyabilirsiniz.
Bu hikayenin masalcısı çocuk ve torunlarının arasında oturuyordu. Nenem o zaman seksen yaşındaydı. Ondan eşsiz hikâyeler, eşi görülmemiş havadisler dinlemek için torunlar uykudan önce onun etrafında toplanmaya alışıktı.
Gece soğuk bir kış gecesiydi.
Torunlar yaşlı nenelerini etrafında toplanmış, adetleri olduğu gibi ondan duymaya alıştıkları ilginç hikayelerinden bir tanesini anlatmasını istiyorlar.
Bu isteklerini seve seve yerine getirdi ve onlara şu hikayeyi anlattı. Kulak verip dinlemeye başladılar.
Nene şöyle dedi :
-Zaman su gibi akıp geçiyor. Günler, seneler ne de çabuk geçiyor.
Bu harika hikâyeyi yetmiş sene önce duymuştum. Sanki nenemden dün duymuşum gibi halâ hatırlıyorum.
Onun olayları halâ hafızamda taze ve nenemin şefkatli, sevecen sesi kulaklarımda çınlıyor.
O zamanlar on yaşındaydım. Yani seninle aynı yaştaydım Necip !
Necip, nasıl sen kardeşlerinin en küçüğü isen ben de öyle idim.
Yer sabah yağan karla kaplıydı.
Karanlık çöktüğünde, soğuğa rağmen gökyüzünün açık olduğu ve yıldızların parladığı bir geceye tanık olduk.
Aile de bizim gibi bayramı karşılamak üzere idi.
Nenem bayram gecesi geldiğinde bize Bahtiyar Hasan'ın hikâyesini anlatmaya söz vermişti.
Kendisine sözünü hatırlattığımızda dedi ki :
-Belki Bahtiyar Hasan'ı padişahlardan bir padişah ya da şehzadelerden bir şehzade zannettiniz.
Şu gerekçe ile ki, insanların çoğu para ve makam olmadan saâdet olmadığını düşünür.
Onun hikâyesini dinledikten sonra böyle düşünenlerin gerçeklerden, yer gökten ne kadar uzaksa o kadar uzak olduğunu anlayacaksınız.
Bahtiyar Hasan ne padişah, ne şehzade ne de vezirdi.
Hayır. Onlardan biri değildi. Belki, kendi zamanının fakirleri arasındaki en fakirlerden biri idi. Ancak en mutlu insanlardan biri olarak yaşadı.
Bahtiyar Hasan kendi kendine şu sözü sık sık söylerdi :
-Belki insanların en zengini olamayabilirsin ama muteber bir insan olabilirsin. Bunun masrafı yüreklilik, doğruluk ve cömertlikten başkası değildir.
Size şunu söylesem şaşırabilirsiniz : Bahtiyar Hasan, ağaçlarla dolu sık bir ormanın yakınında, etrafı otlarla çevrili küçük bir kulübede yaşayan fakir bir köylü idi.
Hastalık onu iki ay çalışmaktan alı koydu. Aile bayramı karşıladı ve kulübede kuru ekmekten başka bir şey yoktu ; yalnızca kuru ekmek.
Tatlılar, pastalar, et, süt, tereyağı ve diğer yemek çeşitleri ise artık aile tarafından kullanılmadığı için unutuldu.
Bu aralar zenginler de bayramı kutluyor, sofraları leziz yiyecek ve içeceklerle doluydu.
Ancak sefalet ve yokluk bu iyi, hayırsever ve cömert aileye zarar vermedi.
Aile reisi ve eşi sabrettiler. Allah'a olan güvenlerini ve imanlarını kaybetmediler. O'nun rahmetinden ümitlerini kesmediler. Kalplerinde şikayet yer bulamadı.
Açlığın eline aldığı, git gide zayıflayan ve cılızlaşan dört çocuğa bakıyorlardı. Çocukların neredeyse hareket etmeye mecâlleri kalmamıştı. Gündüzleri koltuk, geceleri ise yatak olarak kullandıkları sert bir hasırın yanında bulunan, eski ahşap bir sandığın üzerine yan yana oturuyorlardı.
Bayram arifesinde, kendisinin ve çocuklarının içine düştüğü sefalet ve yoksulluğu uzun süre düşünen oduncunun karısı gözlerinden iki damla yaş akmasına engel olamadı.
Ama çok geçmeden acziyetinden pişman oldu. Küçüklerin bunu anlamasından ve onlara kötü örnek olmaktan korktu.
Gözyaşlarını hemen sildi. Döndü ve şöyle dedi:
-Gelin sabırlı çocuklar. Gelin Allah'a niyaz edelim, O'nun bu belayı bizden kaldırması, darlığı gidermesi için dua edelim. O dua edip O'nu çağıranın duasını kabul buyurur.
Akşamın karanlığı ve ayazı çöktü. Bu fakir ve gariban aile için kasvetli gece başladı.
Gece olmadan yatsalardı kendileri için daha iyi olurdu. Uyuduklarında acılarını unuturlardı.
Ama bu fukara, iyi yürekli insanlar bayramı yatakta karşılamak yerine geceyi konuşarak, sohbet ederek geçirdiler.
Babaları eve döndüğünde onlara şöyle dedi :
-Bayramınıza hayır ve bereket getirmesini yüce Allah'tan niyaz ediyorum.
Onun selamına şükranla karşılık verdiler. Dönüşünden memnun oldular, çok sevindiler.
Sonra baba baltasını kulübe kapısının arkasına koydu ve şöyle dedi :
-Bayram lezzetlerinden ve tatlılarından yoksun bile olsanız, anne ve babanızın hayatında halâ mutluluğa ve sevince yer var. Allah sağlık, sıhhat ve afiyet içinde bir ömür versin.
Bu soğuk gecede sadece ısınmaya ihtiyacımız var. Allah bize bunu nasip etti.
Evimizin yanındaki Anadolu Kestanesinin gövdesini getirelim.
Çocuklar :
-At kestanesi dediğimiz kuru kestane ağacını mı kast ediyorsun?
Onlara gülümseyerek şöyle dedi :
Ondan başkasını kast etmiyorum. Dört yıldan fazla süredir bir kenarda duruyor.
Bu gün hatırladım ve size yakacak hazırlamak için gövdesini kestim.
Baltamla çalışırken, kütüğün sağlamlığına ve ağırlığına şaşırdım.
Bize ikram buyurduğu nimet ve mutluluk için Allah'a şükredelim.
Yoksulluğumuza rağmen bu gece, ülkenin sultanının sarayında olan ısınma imkanına sahibiz.
Gidin çocuklarım, kütüğü getirin.
Dördünüz beraber getirebilirsiniz.
Çocuklar mutluydu. Onlar ve anneleri kulübeden ayrıldılar. Sonra büyük kütük ile geri döndüler.
Babalarının bahsettiği gibi kütük çok ağırdı. Çocuklar onu kulübeye taşırken yoruldu.
Kütüğü koyar koymaz babalarına şöyle dediler :
-İşin iç yüzünü bilemesek de, bize öyle geliyor ki bu kütüğün içinde bir şey saklı. Sakın bu kütük sihirli olmasın.
Babaları onlara şöyle dedi :
-Hayal kuruyorsunuz çocuklarım. Gecenin bu geç saatlerine kadar uyanık kalmaya, sabahlamaya alışık değilsiniz. Zandan vazgeçin.
Haydi bu kütüğü ateşe koyalım da ısınalım.
Baba ve büyük oğlu, ağır kütüğü taşımak için onca zorluk çektikten sonra yardımlaşarak ocağa koydular. Sonra oduncu onu tutuşturmak için önceden tutuşturulmuş odun parçalarını yanına topladı.
Sonra bütün aile, kütüğün çıtır çıtır yanışını keyif ile izlemek için sessizce ocağın etrafındaki tahta sandalyelere oturdu ve düşüncelere daldılar.
Kütüğün menşei babalarınını da söylediği gibi bir kestane ağacı idi. Bu, günler ve seneler boyunca güneşin sıcaklığı ile kurumuş eğri büğrü bir kütüktü. Çok geçmeden çatladı ve üzerinde bir çok delik oluştu. Ateş kütüğün üzerinde ağır ağır ilerliyordu.
Ailenin reisi, çocuklarına yaklaşarak onlara çocukken öğrendiği hikâyeleri anlattı. Ocaktan öbek öbek duman yükseliyordu.
Ansızın kütükteki deliklerin bir tanesinden, korkmuş ve şaşırmış olduğu halde bir arı vızıldayıp, şeffaf iki kanadını sallayarak ortaya çıktı.
Delikten ikinci bir arı, üçüncü, dördüncü derken küme halinde arıların bir oğul oluşturduklarını gördüklerinde aileyi saran paniği ve korkuyu sormayın.
Oğul yolunu kaybetmiş bir şekilde, nereye gideceğini bilmeden kulübenin etrafında uçmaya başladı.
Ana arı bir odun yığınının tepesine kondu.
İğnesini ayakları ile bilemeye devam etti ve aileye büyük bir öfke ile şöyle dedi :
-Ne kadar da katı kalplisiniz. Neden evimizi yakıyorsunuz?
Ben ve kardeşlerim, bütün kış içinde huzur içinde yatmak için bu kütüğü deldik. Öyle ki bahar geldiğinde faydalı işimize kaldığımız yerden devam edebilelim.
Bizi rahatsız edip, güvenli barınağımızdan atıp, hepimizi dağıtmakla elinize ne geçti? Görüyorsunuz. Nereye gideriz ve hâlimiz nice olur? Vücudumuz zayıfladığında kışın soğuğuna nasıl tahammül ederiz?
Peşinden anne şöyle dedi :
-Üzülme ey iyi arı ve tasalanma. Kimsenin kötülüğünü istemeyiz.
Bu kütükte yaşadığınızı bilmiyorduk. Eğer bilseydik hiç birinizi rahatsız etmezdik.
Ne kışın sert soğuğuna ve donuna maruz kalacaksınız, ne de uzun müddet yuvasız kalacaksınız. Bundan emin olabilirsiniz.
Burası bizim evimiz. Emniyet ve huzur içinde kalın ve rahatınıza uygun sıcak bir yer seçin.
Bizimle kalacak olmanıza ve bizden asla ayrılmayacak olmanıza sevindim. Gelin ey arılar ! Hoşnut kalacaksınız. Kimse uykunuzu bölmeyecek. Huzur ve rahatınızı bozmayacak.
Kimse kovanınıza el sürmeyecek. Topladığınız baldan da kimse almayacak ey arı prensesi ! Buyurun, önünüzde kulübenin duvarında, ocağın sağında bir delik var. Burası siz ve arkadaşlarınız için uygun mu?
Kraliçe arı onun nezaketine hayran kaldı ve şunları söyledi :
-Teşekkür ederim iyi kalpli kadın. Bizi onurlandırdınız. Misafirliğinizi memnuniyetle ve sevinçle kabul ediyorum. Hepimiz bu güzel, huzurlu yuvanın çatısı altında yaşayacağız, Onun içindeki saadeti yakalamaya çalışacağız.
Kraliçe arı ocağın yanındaki deliğe uçtu. Oğul da onu takip etti. Hepsi yeni kovanlarının içine girdi ve gözden kayboldular.
Hikayeyi buradan indirebilirsiniz.
Yorumlar